30 Aralık 2007

les'actöğğ 3


En sevdiğim [takdir ettiğim, yakın hissettiğim, perdede seyretmekten hoşlandığım] aktörler - 3. grup:

  • Alec Guinness: Ealing komedilerinin büyük oyuncusu (Lavender Hill Mob, Beyaz Elbiseli Adam, 8 karakteri canlandırdığı Kind Hearts and Coronet), vazgeçilmez David Lean aktörü (Kwai Köprüsü'nü hem uçurur hem içi yanar, Zhivago'nun kötü adamı (yanlış mı hatırlıyorum?), Arabistanlı Lawrence'ın Prens Faysal'ı), bu kadar oyunda, filmde oynadım, beni Star Wars'la tanıyorlar diyordu. Alec Guinsess bir sıcaklık hissi, eski gerçek zamanların usta aktörü.

  • Sean Connery: En başarılı taklit ettiğim adamlardan biri, 30 kadar filmden sonra Bond olmuş. Kipling'in Kral Olacak Adam'ında Michael Caine'le beraber etkileyiciydi. Sonra Gülün Adı, Hunt for Red October, Untouchables, hatta Entrapment. Sean Connery tam bir karizma, ailenin hayranlık duyulan, az görülen amcası.

  • Yves Montand: Sigaranın en çok yakıştığı herif. Bir salon beyefendisi de olabilir, casino'lara yakışır ama hafif de serseri hani. Le Salaire de la Peur (Korkunun bişeyi, neyi Banu?), Z: Ölümsüz, Cesar ve Rosalie, İkarus'un İ'si ve tabi eski sitemin başlığı Vincent, François, Paul ve Diğerleri.

  • Tom Wilkinson: Bu kadar büyük ismin arasında bu adam mı kim? Bu, Full Monty'nin yaşlı çıplağı, Eternal Sunshine'ın doktoru, kısıtlı filmle sevdim işte. Ayrıca Smilla ve Karlar, Stage Beauty, Separate Lies, ve Woody Allen'ın vizyondaki filminde de var. İngiliz.

  • Martin Landau: Tom Wilkinson'ın sinemada bir üst versiyonu sanki. Uzay 1999'un kaptanı. Doğumgünlerinde çok düşünceli hediyeler getiren büyük eniştemiz. Ne yaparsa yapsın, ne çok severiz biz onu. Ayrıca klasik dönemin Mission Impossible dizisinde de varmış 60'larda. Ben Bonanza'daki babayla da karıştırıyorum bazen onu. Son dönemlerde de Woody Allen'ın Suçlar ve Kabahatlar'inde, Ed Wood'da Bela Lugosi rolünde parlıyordu. Birkaç Pinokyo filminde oynadığı Peppetto rolüne de ne kadar uygun.

  • Liam Neeson: Hala seyretmediğim Schindler'le tanıdığım iki kişiden 'sevdiğim' diye hatırlıyordum ben onu karıştırdıkça. Darkman, yine Woody Allen'ın (bu adam hep iyi oyuncular kullanıyor) Husbands & Wives'ında da vardı. Ama en etkileyicisi Michael Collins olabilir. Güven verdiği için olsa gerek doktor rollerine iyi gidiyor. K. İrlandalı.

  • Ralph Fiennes: Yine Schindler'den gelenlerin karizmatik olanı. Başta -Schindler'de kötü adam olduğu için mi ki?- soğuk bulmuştum ama zamanla çok takdir ettim. Çok romantik bir yüz. English Patient'ta, Oscar & Lucinda'da, Uğultulu Tepeler'de, Constant Gardener'da, White Countess'te hep romantik aşık. Quiz Show'daki aristokrat karakteri ve Cronenberg'in bence en acaip filmi Spider'daki akıl hastası tiplemesi harikaydı. Tatlı Sert'in filminde John Steed olmasını da yakıştırdım hani. Potter'ın Voldemort'u olduğunu ise henüz kabul edemedim. Tabi ki İngiliz.

  • Clive Owen: Bu adam cool'un tanımı diyebilir miyiz? Bond olacak adam da başka bir tanımı sanırım. Ama o soğukluğa rağmen bir yandan da rahatlatıyor onu perdede görmek. Inside Man'de ve Children of Men'de pek iyiydi. İngilizliğin sinmiş bir asilliği de var.

  • Kenneth Branagh: Çok sevimli perdede. Gerçi Emma Thompson'la beraber olduğu günlerde daha çok severdim. Hele beraber olduğu filmlerde. Ama maalesef sonları, Türk versiyonları olarak gördüğüm Zuhal-Haluk gibi oldu. K. İrlandalıymış meğer.

  • Ewan McGregor: Hırto bu adam. 2 yıl önce bir arkadaşıyla Sahra'yı motosikletle geçmiş. Bir sınırda sorun yaşarsa diye yanına Star Wars'tan resimlerini almış. Bunu söylediği program sunucusu "seyrettiklerini nereden biliyorsun? bilmiyorlarsa garip bir rahip kıyafetindeki bir resmin iyi bir referans olacağını mı düşündün" diye sormuştu. Hala kararsızım aslında bu listeye alıp almamaya. Little Voice hatrına şimdilik. İskoçmuş.

  • Adrian Lester: Süper dizi Hustle'da oynayan, yine İngiliz oyuncu (bu grupta 13'te 10 Britanyalı oluyor böylece). İçlerinde tek sahnede seyrettiğim.

    James Nesbitt: BBC seyredenler James Nesbitt'i çeşitli dizilerden tanırlar. Şeytan tüyü olan, ters olsa da garip bir sevimliliği olan adamlardan. Ben çok başarılı polisiye dizi Murphy's Law'daki gizli polis Murphy rolünde sevdim en çok. Ayrıca, çeşitli İrlanda menşeli filmlerde, Michael Winterbottom'ın Welcome to Sarajevo'sunda ve Jude'da da vardı.

  • Robert Redford: Alemin her zaman için en yakışıklısı. Kıskanmaktan çok neler kaparız diye bakarız biz, ailenin en gıpta edilen kuzenine. Butch Cassidy & The Sundance Kid'in Sundance'i, sinemadan edindiği gücü kullanıp ülkenin en önemli festivalini ve en 'güzel' tv kanalını kurmuş ya, daha ne olsun. Benim ona sevgimse Sting, Out of Africa, Başkanın Bütün Adamları gibi klasiklerinden. Horse Whisperer'da da çok hoş di miydi?
  • 10 Aralık 2007

    4 film

    Nuh nebiden kalma filmler oynatan ve benim de bu yüzden sevdiğim TCM kanalında Kasım ayı konuk programcı ayıydı. Hergün ünlü biri, mesela Danny de Vito gibi şahsiyetler o akşamın filmlerini seçiyordu. 8'de, 10'da, 12'de, ve 2'de 4 film. Stüdyoda da kanalın her filmini sunan adamla sohbet halinde filmden bahsediyorlardı öncesinde kısaca.

    Böyle şeylerde, radyoda dinleyicilerin gönderdikleri listeleri çaldıklarında, konuk programcı filmleri seçtiğinde kendime soruyorum seçimlerimi. Ama burada öncelikle size soruyorum, hangi filmleri gösterirdiniz? Format klasik filmler. Ama hadi sizin için onu esnetelim. En sevdiğiniz olması gerekmez (hatta neredeyse olmaması gerekir). En sevdikleriniz zaten çok seyredilmişse bu iyi değerlendirilmiş bir fırsat olmaz sanki. Seyrettirmek istedikleriniz diyelim.
    Saatleri de gözönüne alarak, mesela 8'de, daha akşamın sakinliği başlamamışken, herkes ekran başındayken -diyelim prime time-; 10'da, uygun bir saat, haberler alınmış, bulaşıklar kalkmış, hem seyredip hem sabah erken kalkılabilir. 12'de daha düşkünleri ekran başında olacaktır. Daha derin şeyler iyi olabilir sanırım. Duygusal olabilir belki. Acıklı olmasın ama. Bazıları da daha hafif sever belki o saatte. Bir de en son 2 seansı var ki filmlerden biri mutlaka 2 saati geçtiğinden başlaması 2:30-3'e kalıyor rahat. Ona da ancak, kendine film tatili vermiş olanlar, uyuyamayanlar, çok aşıklar filan itibar eder herhalde.

    Buyrunuz kendi filmlerinizi, hadi biraz hareket hareket..

    26 Kasım 2007

    En Korku Filmleri

    (Umumi arzu üzerine).

    Unuttuğum neler var diye baktığım listelerden birinde şöyle diyordu biri (çevirerek): "Bir saniyede 24 resim gözümüzün önünde belirir. Hareketin sürekliliği beynimizde hareket algısı uyandırır. Ama bazı filmlerde resimler daha fazla kalır, zihnimizde bir süre döner, kabuslarımıza sızar".

    Ölçü, 'en iyi', 'en beğendiğim' ve 'en korkutan'ın bir karması.
    Önce Mansiyon Pansiyon:

    Suspiria: Korku filmlerini sinemanın gerisinden ayıran bir taraf var bence. Çiğliği yakaladıkça başarılı oluyorlar. Bir öykü yerine gerçeklik hissi vermesi ile ilgili olabilir (Blair Witch Project'in de üzerine oynadığı bu değil miydi?).


    İşte bu tür çiğ (diyelim creepy -böceklerin verdiği his-) sanatın ustası Dario Argento'yu unutmamak gerek. Asıl başyapıtı Profundo Rosso sanırım, ama ben sanırım onu seyretmedim. Onun yerine Suspiria'yı verelim. Yeterince korkunç. Ama D.Argento'nun hep olduğu gibi iyi olmadan önce kült.


    28 Days Later: İngilizler iyi işler yapıyor. Bu filmin devamını isterdim gerçekten. Ama o başarısızmış anlaşılan.

    The Innocents: Kim demiş çocuklar masum yaratıklar diye? Bu filmdeki yaşları küçük yaratıkların gaiple ilişkileri derin. Bakın, Poltergeist'ı hatırlamak bile istemiyorum (sanırım da hatırlamıyorum, o yüzden yok).

    The Devil's Advocate: Biliyorum, korku filmi değildi. Ama ben korktum valla. Şeytan var, üstelik Al Pacino oynuyor onu, daha etkileyici olabilir mi?



    Ve gerisayım:

    5. The Others: Yakın zamanda o kadar korku filmi çekildi, tür siyah makyaj yapan kızların sayısıyla orantılı genişledi. Ama bunun dışında beğendiğim olmadı.

    Others iyiydi, başarılıydı, korkutuyordu gerçekten, ama ben potansiyalini yeterince dolduramadığını düşündüm. (Seyretmediyseniz herşeyi berbat edicem bu cümlede, ona göre) Evdeki bakıcı, aşçı, bahçıvanın canlı olmadığını anlamaları ile kendilerinin de benzer kategoride olduklarını farketmeleri arasındaki süre çok kısa tutulmuştu. Onlardan kaçtıkları bölüm çok korkunçtu oysa, daha uzun olabilirdi. Sonra kocasının da onlardan olduğunu farketmesi, vs.
    Bu arada burada bir müzede bir resim var, inanılmaz derecede filmi çağrıştırıyor, ve o da çok korkunç. Şudur.

    4. Les Diaboliques (Şeytan Ruhlu Kadınlar): Ben korkudan çok gerilim (horror yerine thriller) derdim ama aradaki farkın azaldığı filmlerden bu. Ve o kadar güzel ki. Bir film ancak bu kadar iyi çekilebilir. Yönetmen? Lö sevgili Henry-Georges Clouzot. Kötü kadın (perdede boyu iki katına çıkan) Simone Signoret'i de unutmayalım.

    3. Alien: Bununla ilgili birşey demeye gerek yok. Ama ne gerilimdi o be.

    2. Omen/Omen II: 2.sini seyrettiğimde ilkokul beş, hazırlık gibi birşeydim. Valla, çocuklara bu denli korkunç filmler yasaklanmalı. Özellikle de soyut kavramlar üzerine olanlar.

    1. Rosemary's Baby: Bende çok ilginç bir hikayesi de vardır filmin, şimdi anlatamayacağım. Ama aynı zamanda çok kasvetli, çok başarılı, çok korkunç. Polanski'nin birçok filmde yaratmaya çalıştığı yersiz yurtsuz, yabancı bir ortamda tek başına korku atmosferinin en iyi örneği. Üstelik korku filmi dediğin böyle bitmeli. Ya eşinin bu filmden sonra bir tarikat tarafından katledilmesi hikayesine ne demeli? Hepsi, tümüyle çok korkunç.

    ekle: farkettim de ilk iki film tam aynı konu üzerine -çok ilginç. Ve bu yazının üzerine televizyonda Omen vardı bugün. işler gittikçe korkunçlaşıyor......

    11 Kasım 2007

    En Yazık Sahneler

    Yalnız çok feci spoiler. Şımartıyor yani, ama çok fenasından.

    - Casablanca: Nihai yazık sahne. Ingrid Bergman gitmek zorunda mıydı... Victor Laszlo da kimmiş canım...

    - Remains of the Day: Ne Anthony Hopkins kendisi söyleyebilir, ne Emma Thompson onun o kadar yolu niye gelmiş olabileceğini anlar.

    - Dr. Jivago: Omar Sharif, otobüste giderken görür Julie Christie'yi. Atlar hemen ama bulamaz kalabalıkta. Gerçi bence Geraldine Chaplin'in değerini bilememesiydi asıl yazık olan.

    - Enduring Love: Filmin en başı. Adam niye daha önce bırakmadı ki balonu? Diğerleri bırakmıştı, sepete tırmanabileceğini düşünmüyordu herhalde. Herhalde sadece çocuğu öyle bırakamadı sepette.

    - Commitments: Wilson Pickett geldi konsere, ama geç geldi. Biraz daha çalsaydınız, o da azcık önce gelseydi canım. Bu, gruba maloldu be.

    - Heat: Sen sevdiğin kızı bul, onu senle gelmeye ikna et, parayı kaldırmışsın, kaçıyorsun işte. Dur ve son bir intikam almaya kalk. Buna cinayet denir, Bob (de Niro).

    - Sonlar:
    Bonnie & Clyde.
    Roma, Açık Şehir.
    In The Mood for Love.
    Falling in Love (de Niro, Streep)
    Ah, Dancer in the Dark'ı hiç hatırlatmayın. von Trier öldürüyor beni.

    - Untouchables: Jimmy Malone'un (Connery) kaybını kim kabul edebilir?

    - Riff Raff: Doğru ilişki, yanlış olan uyuşturucu.


    Tabi ki bu tam bir liste değil. Bunu yapması ne mümkün. Sadece aklıma gelenler, konu hoşuma gittiğinden.