23 Mart 2008

En Hiç


En iyi Hitchcock'lar:

1. Vertigo: Yok, iyiyim. Buraya çıkınca biran başım döndü de.

2. Arka Pencere: Aferin yani Lisa, evden getirdiğin ipek gecelik filan derken oyaladın beni, bak geceleyin Miss Lonelyheart intihar etmiş. Kaçırdık sayende.

3. 39 Basamak: 39 basamak ne diye soruyor adam. Şimdi bilmiyorum desem herşeyi bilen adam olarak kariyerimi bu Albert Royal Hall'un sahnesinde bırakırım. Yok söylesem şuracıkta vururlar beni. İki ucu boklu değnek dedikleri böyle birşey olsa gerek.

4. Rebecca: Demek beni o kadar korkutan, senin bu kadar önem verdiğin gizemli kadın ölmüş eski eşin? ha-ha, ben de birşey sanmıştım.

5. North By Northwest: Kuzeye kuzeybatıdan gidersen önce denizi göreceksin. Sakın şaşırma!

6. The Lady Vanishes: - Kadını gözlerimle gördüm diyorum. Gerçekti.
- Tamam, geliyorlar. Çabuk sus ve öp beni.

07 Mart 2008

top of the pops

Ve evet bu da en severek seyrettiklerim (en iyi oyuncular değil, tekrar vurgulamak gerekiyor sanırım):

Oskar Werner: Sessiz bir güç. Tanımlaması bu yazının sınırlarını aşar. Derin ve hassas deyip bıraksam fazla basit kalır. O, oyuncuların auteur'ü diyebilirim.

William Hurt: 20 yıldır çok sevdiğim, çok orijinal bir tip, çok orijinal bir oyuncu.

Michael Caine: Depardieu Fransız sineması için neyse, o da İngiliz sineması için o. İlk döneminde Clint soğukluğuna sahip jön, sonrasında incelik üstadı, bir gülümsemesiyle filmi vareden kişilik. Sadece varlığı, oynadığı filmi 2 gömlek iyi yapar.

Gerard Depardieu: Sinemanın tarihi. Yani 68 sonrasının. Oynadığı film 169'muş. Grosse Fatigue'de Michel Blanc böyle aktörlerin bazı filmlerinde tamamen dublörlerinin oynadığını keşfeder. Başka türlü nasıl şu anda yapım aşamasındaki 8 filmle bağlantılı, ve rahat 50 civarı büyük filmde oynamış olabilir ki? Tabi ki Asteriks'lerde otomatiğe bağlayan dublörü oynar, o bağında şarabını tadarken, ve 1900'deki veya Vincent, François, Paul ve Diğerlerindeki veya Son Metro'daki, veya Cyrano'daki oyununu seyrederken. O benim için her zaman çok özel biri oldu.

Marcello Mastroanni: Marcello, sadece beraber oynadığı kadınların değil, sinemaya adımını atmış tüm kadınların sevgilisidir. Bir yerden içimizde o aşk olduğundan ister istemez bizim gibi erkeklerin de. Marcello'yu sevmeyen bir sinema aşığı düşünülemez. Olamaz, mümkün değil. Bir ayırt edicidir Marcello. En sevdiği oyuncular listesinde Marcello'nun adını anmayanın sinema sevgisi hız sevgisidir, fantezi tutkusudur, güzel kadın merakıdır, heyecan arayışıdır, korkma içgüdüsüdür; kısacası henüz neolitik çağda kalmış başka ihtiyaçların sevgisidir.
Marcello bizim sinemada sevdiğimiz herşeydir.

Jack Lemmon: İstemeden sevimli olmayı onun sayesinde öğrendik. Çünkü küçüklükten genlerimize işlemiştir Jack Lemmon. Daha minik yaşlarda bayıldığın bir adamın ve bayıldığın filmlerinin sadece o yaşlar için değil, her daim güzel olduğunu keşfetmek, hiç hayal kırıklığına uğramamak kadar güzel şey var mıdır? Jack Lemmon sinemadaki en sevimli limondur.

Hü Grant: Hü Grant'i bu gruba mı alayım, yoksa 2. gruba mı ait diye düşündüm. Ama romantik komediyi dirilten 2 filmi olsun, hatta o kadar bile değil, sadece 4 Nikah bile burada yeralmasına yetebilir.
O, istemiyoruz manifestosunu yazan kişi. Aşağıda geçen şeyleri istemiyoruz: Büyümeyi, düzenli bir işe sahip olmayı, birine bağlanmayı, düzenli yaşamayı, ve sevdiğimiz kişiyi unutmayı.

David Niven: David Niven da 3. gruba konmuş önce, sonra 2.ye, sonra buraya. O da Jack Lemmon gibi yıllar içinde hiç hayal kırıklığına uğratmayanlardan. Ve tanıdığımda zaten hafif yaşlı olup benim için hep öyle kalanlardan. Çok ince bir oyunculuğu, tam anlamıyla zarifliği ve kanına işlemiş bir İngiliz beyefendiliği var. Bazı insanların kumaşı gerçekten farklı oluyor.

Robert Carlyle: İngiliz sinemasının 90'lardaki yeni baharı bir bakıma onun sayesinde. Daha Ken Loach'un adını duymamışken içime iyi olduğu doğduğundan iki arkadaşımı koluma takıp gittiğim ilk filmi Riff Raff'tan bu yana sektörün itici gücü. Trainspotting'deki tiplemesi de ne başarılıydı. Son dönemlerde en çok özlediğim şeylerden biri, 2-3 yıl kadar önce geceyarılarında bbc'de rastladığım uzak bir İskoç adasında geçen dizisi Hamish Macbeth.

Daniel Day-Lewis: Onu bol bol yazdık zaten. Oynadığı az ve öz filmlere gücü ile damgasını vuruyor. Crucible izledikten bir gün sonra yazıyorum bunu. Filmin sonundaki 'o benim ismim, bu hayatta sahip olacağım tek isim, onu veremem' sahnesinde çok etkileyiciydi, her zamanki gibi.

Tony Leung: Listeye kontra bir son, uzak bir diyardan. Happy Together bir oyuncu ile en güzel özdeşleşebileceğiniz filmlerdendi. Gerçi ben nispeten yeni bir filmi ile, Aşk Zamanı ile tanımıştım. Chungking Express, Hero, Happy Together, Days of Being Wild, 2046 ondan sonra geldi. Kaçırdığıma en çok üzüldüğüm filmlerden biri de onun Infernal Affairs'ı (hani Scorsese'nin yürütüp Departed yaptığı). Ama özellikle Happy Together ve Aşk Zamanı sanki bir oyuncunun kalbine yolculuk.